İyot Eksikliği Efsane mi? Gerçek mi?

Canlılığın en önemli iki belirtisi beyin fonksiyonları ve metabolizma. İşte bu iki fonksiyonun gelişmesi ve ilerlemesinde başrolde olan tiroid bezi, biz daha anne karnındayken hormon üretimine başlıyor. İyot, tiroid hormonunun temel bileşenlerinden biri olmasına rağmen vücudun kendi kendine üretemediği bir mikro element. Bazı besin kaynaklarında doğal olarak bulunsa da dünya nüfusunun %30’u iyot eksikliği bölgesinde yaşıyor ve %70 ‘inden fazlası az ya da çok iyot eksikliğinden etkileniyor. 

İyota neden ihtiyacımız var?

Öncelikle tiroid bezinde hormon üretiminin en önemli basamağı ise iyotlanma. Diyetle alınan iyotun %75-80’i tiroid bezinde konsantre edilir, kullanılır ve sonra büyük bir kısmı iyot havuzuna katılarak idrarla atılır. Tiroid hormon eksikliği yaşamla bağdaşmaz; kalp, böbrek ve kasların işlevi bozulur, gelişmekte olan beyin ise geri dönüşümsüz hasarlanır. Tiroid bezinde sentezlenerek dolaşıma geçen hormonlar iyot içeriğine göre adlandırılıyor (T4; dört iyotlu, T3; üç iyotlu). Hormon üretimi için gerekli olan iyot bazı besin kaynaklarında doğal olarak bulunan ancak vücudun kendi kendine üretemediği bir mikroelement.  İyotun hücre içine alınmasını sağlayan Na-I simporter reseptörü tiroid dışında pek çok dokuda bulunuyor. Bunların başında tükrük bezleri, mide, plasenta, meme ve yumurtalıklar geliyor. Farklı dokularda farklı biyosentez basamaklarında görevleri olduğunu bilsek de iyotun diğer dokulardaki önemi halen tam olarak anlaşılamamıştır. 

Ne kadar iyot almalıyız? 

Bu konuda pek çok spekülasyon var maalesef. Farklı coğrafya ve farklı diyet kültürü iyot havuzu kapasitesini ve dolayısıyla metabolizmasını etkiliyor. Özellikle yüksek doz iyotlu diyet kültürü ile metabolizması uyarlanmış Uzakdoğu popülasyonu bizim için hiç uygun bir örnek değil. Sosyal medyadan ve hatta bazen tıp camiasından da deneysel yüksek doz tavsiyeleri geldiğini endişe ile takip ediyorum. Net ve güvenilir bilgi için kanıta dayalı bilimsel verilerden şaşmamak gerek. Uluslararası ve ulusal endokrin dernekleri (ATA, TEMD), UNICEF ve WHO (dünya sağlık örgütü) ortak görüşü ile  RDA (önerilen iyot alımı) yetişkinde150 mcg/gün, gebe ve emzirenlerde 250 mcg/gün. Pek çok bilimsel araştırmanın sonucuna göre tolere edilebilen üst limit ise 1100 mcg/gün olarak belirlenmiş. 

İyot eksikliğinde nasıl sorunlar oluşuyor?

İyot eksikliği başta tiroid fonksiyon bozukluğu (hipotiroidi) olmak üzere, metabolizma ve  üreme sağlığının bozulmasında ve hatta kanser gelişiminde önemli bir risk faktörü. Tiroid hormon yetersizliği tiroid bezinin fazla uyarılmasına ve büyümesine (guatr) neden oluyor. Memenin iyi huylu fibrokistik hastalığında da iyot eksikliğinin önemini biliyoruz. Metabolizmada hem direk iyotun hem de tiroid hormonlarının kilit rolü var. İyot eksikliğinde kabızlık, kilo artışı, yorgunluk, terleyememe gibi yavaşlamış metabolizma belirtileri görmemiz şaşırtıcı değil. Gebelikte ve çocukluk çağında ise yeri doldurulamaz çünkü gelişmekte olan beyin fonksiyonları tiroid sağlığı ile direk ilişkili. Araştırmalarda yaşam şartları benzer olan aynı yaş grubu çocuklardan iyot eksikliği bölgesinde yaşayanlarda IQ’da 10-15 puan düşüklüğü saptanmış. Yetişkinlerde santral sinir sistemi daha az etkilense de iyot eksikliği bölgelerinde apati, eğitim düzeyi ve iş verim düşüklüğü daha sık rastlanıyor. 

Diyetle alınan iyot neden azalır? 

Dünyadaki iyotun çok büyük bir kısmı okyanuslarda. Bu nedenle deniz suyuna maruz kalanlarda, yosun ve balıktan zengin beslenen toplumlarda iyot eksikliği gözlenmiyor. Karasal iklimde en önemli iyot kaynağı ise buharlaşan okyanus suyu ile beslenen toprak. Ancak toprağın iyot içeriği yoğun tarım, böcek öldürücüler, alkali gübreler ile yıllar içinde belirgin olarak azaldı. İşte bu nedenle iyot eksikliği pek çok ülke gibi Türkiye’de de bir halk sağlığı sorunu. WHO verilerine göre dünya nüfusunun %30’u iyot eksikliği bölgesinde yaşıyor ve %70 ‘inden fazlası az ya da çok iyot eksikliğinden etkileniyor. 

Bu konuda nasıl önlemler alınabilir? İyotlu tuz tüketmek yeterli mi?

İyot eksikliği açısından endemik olarak belirlenen tüm bölgelerde “İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi ve Tuzun İyotlanması Programı” önerilmiş. Bu program Türkiye’de de neredeyse 30 yıldır uygulanıyor. Ancak iyot eksikliği sorunu tamamen ortadan kalktı diyemeyiz. Çünkü iyotlama için tuz iyi bir kaynak olsa da hava, tuz içindeki iyot ısı ve nem ile bir miktar buharlaşıyor. Ayrıca programın başarısını düşüren daha önemli nedenler var maalesef. Öncelikle hipertansiyon tedavisi ve sağlıklı beslenme önerileriyle tuz tüketiminin azalması iyot alımını da kısıtlıyor. Ayrıca daha organik olduğu düşünülen, iyot takviyesi yapılmamış kaya tuzu gibi ürünlerin kullanımı da oldukça yaygın. 

Hem bu kadar önemli hem de bu kadar yaygın olan iyot eksikliği nasıl oluyor da gözden kaçıyor? 

İlk sebep kendine özgü belirtilerin olmayışı; bir çok kronik hastalıkta karşılaştığımız metabolik belirtiler (yorgunluk baş ağrısı, kilo alma, kabızlık, ödem, vb.) diğer hastalıklarla karışabiliyor.  İkinci olarak da rutin kan tahlilleri veya görüntülemeler ile saptanamıyor. 

İyot eksikliği tanısında ne yapılmalı? 

Diyetle alınan iyotun büyük kısmı vücut iyot havuzuna katılıp %90’ı idrar ile atıldığı için tanıda en etkili yöntem idrarda iyot düzeyinin ölçülmesi. Ancak bunun için öncelikle hastadaki bulguların detaylı incelenmesi ve klinik olarak iyot eksikliğinin ayırıcı tanıda değerlendirilmesi gerekiyor. İdrar iyot miktarını belirlemek için altın standart yöntem 24 saat boyunca idrar toplamak ve içindeki iyotu ölçmek. Son yıllarda daha konforlu ve kısa sürede sonuç veren etkili yöntemler de geliştirildi. Bunlardan en sık kullanılanı. Anlık idrarda iyot/kreatinin oranı. 

İyot eksikliği olan hasta ne yapmalı? 

Öncelikle ve en önemlisi kendi başına iyot takviyesi KULLANMAMALI. Konusunda deneyimli bir hekim tarafından tiroid fonksiyonları başta olmak üzere metabolik bir tarama yapılmalı. Çünkü tiroid hormonlarının yeterli ve etkili olmasını sağlayan pek çok faktörün iyot verildiğinde hazır olması gerekiyor. Bunların başında stres hormonları, glutatyon, selenyum, çinko ve çeşitli vitaminler var. Tiroid bezinin toksinlere duyarlılığını da unutmamak gerek. Vücutta toksin dedektörü olarak görev yapan tiroid bezi özellikle ağır metallerden çok etkileniyor. Çevresel toksinler azalmazsa ve tiroid bezi iyota hazırlanmazsa başarısızlık kaçınılmaz. Her şey yolunda gidip tedaviye başlanınca genellikle birkaç haftada klinik düzelme gözleniyor. Böylece hem tanı hem de tedavi doğrulanmış oluyor.  

İyot takviyelerinin dozu nasıl belirleniyor? 

İyot ihtiyacı kişiden kişiye ve hatta aynı kişide zamanla bile değişebiliyor. Sosyal hayat, gebelik durumu, stres, inflamasyon, sigara içiciliği, mevsimsel faktörler, barsak hastalıkları, diğer mikroelementlerin eksikliği (selenyum, çinko, demir) ve vitaminler ( A,B, ve D vitaminleri)  gibi pek çok faktör iyot ihtiyacını ve emilimini etkiliyor. Vücudun iyoda hazırlanması için tüm bu durumların değerlendirilmesi ve eksiklerin tamamlanması gerekir. Ayrıca çok güçlü metabolik etkileri olan iyotun eksikliği kadar fazlalığı da ciddi sorunlara yol açabilir. Bazı tiroid hastalıklarında (zehirli guatr, Hashimoto Tiroiditi veya sıcak tiroid nodül gibi) iyot kullanımı zararlıdır, yine bazı durumlarda dozunun azaltılması gerekir. Bu nedenle iyotlu katkı ürünlerini kontrolsüzce kullanmanın tehlikeli olabileceğini tekrar hatırlatmak isterim, mutlaka doktor kontrolünde iyot hazırlığı yapıldıktan sonra dengeli ve ölçülü olarak kullanılmalıdır. 

Nükleer kazalarda neden iyot takviyeleri kullanılıyor? 

Nükleer santrallerde bulunan radyoaktif maddelerden biri de radyoaktif iyot (I-131). Herhangi bir kaza durumunda etrafa yayılan bu gazı solumak veya kontamine olmuş yiyecekleri tüketmek tiroid bezinin fonksiyonlarını belirgin olarak bozar ve hatta kansere neden olabilir. Bu nedenle 1984’deki Çernobil kazası gibi riskli durumlarda devlet tarafından günlük dozun yüzlerce katı yüksek doz iyot takviyesi verilebilir. Böylece tiroid bezi bloke edilerek radyoaktif I-131 alması engellenir. Bu uygulama çok gerekli  durumlarda ve sağlık bakanlığı denetiminde yapılmalıdır. 

Prof. Dr. Nilüfer Yıldırım

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir